FREUD VE KİŞİLİK KURAMLARI:
- Zeynep Seda Gençer
- 1 Eyl 2022
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 16 Eyl 2024

*Topografik Kişilik Kuramı: Freud'a göre bilinç tüm aklın minik bir parçasıdır. Buzdağı metaforunda buzdağının suyun altında kalan daha büyük bir bölümünün olması aklın çok daha büyük bir parçası bilinçlilik düzeyinin altında bulunmaktadır (Corey, 2005). Freud bilinç,bilinçötesi ve bilinçaltı kavramlarına değinmiştir.
1-Bilinç: Dış dünyadan yada bedenin içinden gelen algıları farkedebilen zihin bölgesidir. Zaman,mekan,gereçkleri değerlendirebilen, mantık çerçevesi içinde gündelik yaşamı düzenleyebilen zihinsel süreçtir.Olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurupgerçekliği algılamaya çalışır. bilincin içeriği insan tarafından konuşma yada davranışlarla çevreye iletilir ( Gençtan, 2008)
2-Bilinçötesi: Geçmişte yaptığımız ve hafızamızda sakladığımız eylemleri barındırır. Dikkatin zorlanmasıyla bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir.Bu bölgede gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra hayal kurma gibi basit süreçler de bulunur. Bazen insanın dilinin ucunda olup da anımsayamadığı, ancak biraz çaba sonucunda algılamaya başladığı zihinsel içeriklerdir. (Feldman, 2011; Gençtan, 2008).
3-Bilinçdışı: Farkında olmadığımız ancak duygularımızın ve davranışlarımızın çoğunu yönlendiren tüm istek, dürtü ve güdülerden oluşan, sansür mekanizmasının engellemeleri nedeniyle bilinç düzeyine ulaşma olanağı bulunmayan zihinsel süreçleri içerir (Gençtan, 2008; İnanç ve Yerlikaya, 2012). Bu içerik gerçekliğe uymayan, mantık süzgecinden geçmeyen, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisinin bulunmadığı, insanın içinden geldiğince doyurulmasının arzulandığı istek ve dürtülerden oluşur. Bu istek ve dürtüler kişinin bilinçli dünyasında yer alan ahlaki değerlere karşıt olan arzulardan kaynaklanır ve ancak psikanalitik bir tedavide kişide var olan direnç kırıldığında bilinç düzeyine ulaşabilir (Feldman, 2011; Gençtan, 2008). Bilinç düzeyine ulaşma olanağı bulunmayan zihinsel süreçler olarak adlandırılan bilinçdışı kavramı üzerinde doğrudan çalışılamamaktadır. Fakat rüyalar, dil sürçmeleri, hipnoz sırasındaki telkinler, serbest çağrışım ve projektif tekniklerinden elde edilen malzemeler gibi bazı klinik kanıtlar sayesinde bu kavramın varlığı ortaya konulmaktadır (Corey, 2008). Freud’un kuram oluşturma süreçleri içerisinde topoğrafik kişilik kuramı geçici bir model olarak yer almış ve yapılan klinik çalışmalarda bazı durumların topoğrafik kuram ile açıklanamaması nedeniyle kişilik örgütlenmesini açıklayacak başka bir model geliştirmesine neden olmuştur. Freud, 1920’li yılların başlarında topoğrafik modeli terk etmemekle birlikte kişilik örgütlenmesine ilişkin görüşlerini gözden geçirerek kişiliği oluşturan üç yapının olduğunu belirtmiştir. İd, ego ve süperego kavramlarının yer aldığı bu kurama “yapısal kişilik kuramı” adını vermiştir (Gençtan, 2008; İnanç ve Yerlikaya, 2012).
*Yapısal Kişilik Kuramı: Yapısal kişilik kuramına göre kişilik üç ana kavramdan meydana gelir: id, ego, süperego. Davranış bu üç kavramın etkileşiminin bir ürünüdür. Kişiliği oluşturan bu üç kavramdan biri diğerlerinden bağımsız olacak biçimde çalışamaz (Gençtan, 2008).
1-İd: Kişiliğin temel sistemidir. İçgüdülerden kaynaklanan bir enerji ile yüklüdür ve zevk ilkesine dayalı olarak içgüdüsel ihtiyaçları doyurmaya çalışır. Freud, id’i ahlaki bakımdan hiçbir değer yargısı bilmeyen “bir kaos, kaynayan duygular karmaşası” olarak tanımlamıştır. Bastırılmış arzulardan oluşan, mantık tarafından yönetilmeyen ve ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistem olan ego ve süperegonun çalışması için gerekli gücü sağlayan mekanizmadır. İd, acından kaçıp hazza ulaşmayı ister. “İdin haz ilkesi” adı verilen bu yönelimde id, sürekli istekleri olan bir çocuk gibi anında haz almayı ister. Bu nedenle ilk orijinal seçimi engellendiğinde yedek nesne imgelerine yönelir. Örneğin anne memesinden mahrum kalan bebek parmağını emmeye yönelir böylece isteğini doyurmuş olur. İd’deki bu imgeleyici sürece “birincil süreçler” adı verilir. Freud gelişmekte olan bir çocuğun en zor görevinin birincil ihtiyaçlarının doyumunu ertelemeyi öğrenmek olduğunu ifade etmiştir. Kendi istek ve ihtiyaçları dışında gerçek bir dünya olduğunu öğrenen çocuğun bu farkındalığı geliştikçe bir diğer sistem olan ego belirmeye başlar (Gençtan, 2008; İnanç ve Yerlikaya, 2012).
2-Ego: Organizmanın gerçek dünya ile ilişkisini düzenlemek ve dış dünya ile baş edebilmek için 6–8. Aylarda gelişmeye başlar ve id’in amaçlarına ulaşmasına katkıda bulunur. Bebeğin açlığını gidermesi için zihnindeki besin imgesinin gerçekçi bir algıya dönüştürülmesi gerekir. İdin gerçekleştiremediği bu durumu sadece ego, zihindeki imgelerle gerçek dünyadaki nesneler arasında ayrım yaparak gerçekleştirebilir. Freud’a göre ego, ikincil süreçlere dayalı düşünce sistemi içinde çalışır. Bu mantıklı ve gerçekçi düşünce türüdür (İnanç ve Yerlikaya, 2012). Akılcı ve pratik olarak çalışan ego, id’i denetim altında tutar ve uygun çevresel koşullar bulunana dek idden gelen arzuların tatminini geciktirebilir. Ego ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı parçasıdır. Bu görevini sahip olduğu çeşitli yetilerle gerçekleştirir. Bunlar: İçten gelen dürtüsel gereksinimleri algılayabilir. • Dış dünyanın koşul ve durumlarını algılayabilir. • İd ve süperegodan gelen istekleri sentez yeteneği sayesinde çevrenin durumuna göre düzenleyebilir ve uygun bir niteliğe sokabilir. • Yürütme yetisiyle istemli davranışı eyleme geçirebilir (Öztürk, 2004). İçgüdüsel gereksinimlerin doyurulmasının önündeki engel her zaman nesnel dış dünyadan gelmez. Ego bu gereksinimleri karşılamaya çalışırken toplumu ve ahlaki değerleri de dikkate almaktadır. Egonun dikkate almaya çalıştığı bu kavramlar kişiliğin son gelişen sistemi olan süperegoya aittir (İnanç ve Yerlikaya, 2012). Süperego: Egodan yaklaşık olarak 3-5 yaş civarında ayrılmaya başlayan, üçüncü ve son kişilik boyutu olan, vicdanı yönlendiren, kişiliğin ahlaki yönüdür. Gerçeklerden çok idealleri gözeten bu sistem, çocuğa anne babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamaları ile pekiştirilen geleneksel değerlerin ve toplum ideallerinin içsel temsilcisidir (Karahan ve Sardoğan, 2004).
3-Süperego: çocuğun anne babasından algıladığı ahlaki değerler vasıtasıyla çocuğu yönlendirir. Süperegonun oluşmasıyla artık çocuğa yalan söyleme, hırsızlık yapma gibi kötü davranışların yanlış olduğunu söylemeye gerek kalmaz. Bunu süperego yapar. Çünkü süperego, toplumsal beklentilere uygun olmayan davranışların cezalandırılacağı yönündeki bilgilerle yapılanmıştır. Bu bağlamda ceza, daha çok sosyal kabul görme ve başkalarının sevgisinden mahrum bırakılma şeklinde düşünülmelidir. Bu nedenle çocuk başlangıçta özellikle anne babasının giderek diğer insanların sevgi ve beğenisini kaybetmemek için bağlamsal koşullara uygun davranmayı öğrenir. Uyumsuz davranışlar çocukta, suçluluk duygusunun neden olduğu kaygıya yol açabilir. Davranış yönetiminde aşırı baskıcı veya koruyucu yetişkin tutumları da süperegonun gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Böylece çocukta zayıf ya da sorunlu bir süperego oluşabilir. Sağlıklı gelişmiş bir süperego, mükemmeliyet ilkelerine göre çalışır ve kişiliğin kusursuz olması için çabalar (Aydın, 1999). Bu perspektiften bakıldığında süperegonun başlıca işlevleri şunlardır: • Dışa vurulduğunda insanların hoş karşılamayabileceği dürtüleri bastırmak. • Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönlendirmeye çalışmak. • Kusursuz olmaya çabalamak (Gençtan, 2008). Yapısal kişilik kuramın üç taşı olan id, ego ve süperego farklı ilkelere göre çalışan kişilik boyutlarıdır. En geniş anlamda ifade etmek gerekirse id kişiliğin biyolojik yönünü, ego psikolojik yönünü, süperego ise sosyolojik yönünü oluşturmaktadır. Normal koşullarda birbiriyle uyumlu çalışan üç kişilik boyutu, bu üç boyuta yön veren psikolojik süreçlerin farklı olması nedeniyle çatışmalara sahne olabilir ve bu çatışmalar kişide kaygıya yol açabilir. Oluşan kaygıdan kaçınmak için başvurulan en temel araçlar ise savunma mekanizmalarıdır (Aydın, 1999).
*Psikoseksüel Gelişim Kuramı: Freud’a göre insan, çocukluk yıllarında kişiliği etkileyen çeşitli evrelerden geçmektedir. Geniş bir cinsellik anlayışına göre bu dönemlere psikoseksüel evreler denilmektedir. Burada “cinsel” derken sadece eşeysel organların birleşme amacına yönelik eylemler içeren dar bir kavrama bağlı kalınmamalıdır. “Cinsel” teriminde haz veren herhangi bir nesne ya da uyarana organizmanın yönelişi anlamında bir kullanım mevcuttur. Bu evrelerde idin zevk arama dürtüleri vücudun belli bir organı ve bu organla bağlantılı etkinlikler üzerinde odaklanmıştır (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem, ve Nolen-Hoeksema, 2006). Psikoseksüel gelişim kuramına göre her bir psikoseksüel evre içinde çocuğa haz veren bölgeyle ilgili haz yaşantılarının aşırı ya da yetersiz olması o döneme takılma (fiksasyon) ile sonuçlanır. Takılmaya neden olan aşırı ya da yetersiz haz yaşantılarının nedenlerinden biri ebeveyn tutumlarıdır. Çocuğun içinde bulunduğu dönemde aşırı haz yaşamasına (şımartma) ya da yeterince haz yaşamamasına (engelleme) neden olan bu tutumlar, takılmaya neden olurlar ve kişiliğin sağlıklı gelişimini engelleyici niteliktedirler (İnanç ve Yerlikaya, 2012). Freud’a göre kişilik gelişimi beş dönem içinde gerçekleşir. Ancak Freud yaşamın ilk altı yılına denk gelen, oral, anal ve fallik dönemlerde geçirilen yaşantıların önemini vurgulayarak o dönemlerde geçirilen deneyimlerin hiçbir zaman tamamıyla yok olmadığını ve yetişkinlik yıllarında da davranışları etkilemeye devam ettiğini ifade etmektedir (Erden ve Akman, 2002). Aşağıda bu beş psikoseksüel dönemle ilgili bilgiler verilmiştir. Tablo 1. Freud’un Psikoseksüel Gelişim Dönemleri *Psikoseksüel Gelişim Dönemi Yaş Dönemleri 1. Oral Dönem 0 - 1,5 Yaş 2. Anal Dönem 1,5 - 3 Yaş 3. Fallik Dönem 3 - 6 Yaş 4. Gizil (Latent) Dönem 6 - 12 Yaş 5. Genital Dönem 12 – sonrası Kaynak: Erden, M. ve Akman, Y. (2002). Gelişim ve Öğrenme, Arkadaş Yayınevi, Ankara.
1-Oral dönem: Yaşamın ilk yıllarında insan yavrusu diğer canlılara oranla daha çaresizdir ve bakımı sağlanamazsa yaşantısını sürdüremez. Bu yıllarda bebek yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan besini ağız yoluyla elde etmekte aynı zamanda emme eyleminden haz almaktadır. Oral ihtiyaçların düzenli biçimde karşılanması bebekte anneye bağlılık ve dış dünyaya karşı güven duygusu oluşturur. Yeterince karşılanmayan ya da aşırı karşılanan oral ihtiyaçlar ise çocukta normal dışı kişilik özelliklerinin oluşmasına neden olabilir. Bunlar arasında aşırı iyimserlik, bağımlılık, pasiflik, sürekli onaylanma beklentisi, benmerkezcilik sayılabilir (Aydın, 1999; Erden ve Akman, 2002; Gençtan, 2008). Oral karakterli kişiler başkalarının kendileriyle ilgilenmelerini bakımlarını üstlenmelerini beklerler. Bazen diğer insanlara bir şeyler verseler de aslında bunlar karşılığını alabilmek için yapılan davranışlardır. Bu tür insanların kendilerine olan saygıları başkalarının yargılarına bağlı olduğu için ilişkilerinde yaşadıkları problemler onları kıskanç ve kötümser olmaya itebilir. Çocuk büyüdükçe ağız, haz veren bölge olmayı sürdürür ve yetişkinlikte oburluk, sigara bağımlılığı, karşıdakini incitici sözler söyleme, tırnak yeme gibi yollarla oral ihtiyaçların doyurulması devam edebilir (Feist ve Feist, 2008).
2-Anal dönem: İkinci psikoseksüel gelişim dönemi olan anal dönem çocuğun bir buçuk yaşından başlayan ve üç yaşın sonuna kadar süren bir dönemdir. İdrar ve dışkı çıkartma ile ilgili olan bu dönemde haz verici bölgeler anal ve üretral bölgelerdir. Çocuk bağırsak içeriğini boşaltmanın verdiği hazzın farkına varmıştır. Bununla birlikte çocuğun tuvaletini tutabilmesi ve annesinin istediği zaman ve istediği yerde yapması çevreden büyük ilgi ve değer görür. Buna karşın çocuk dışkısını inatla istenilen yere bırakmayan ya da istenmeyen yere bırakıp ev düzenini bozan davranışlar sergileyebilir (Öztürk, 2004). Bu evrede gelişimin kritik öğesi, tuvalet eğitimidir. Tuvalet eğitiminde, anne-babanın tutumu önemli bir faktördür. Ebeveynlerin veya bakıcının gergin, emir verici, hoşgörüsüz bir anlayışa sahip olması halinde, çocuk idrarını veya dışkısını kontrol etmekte güçlük çeker. Çünkü cezalandırıcı ve baskıcı tutumlar, çocuğun özgüven duygusunu azaltır. Böylelikle çocuk sınırsız sevgi ve kabul gördüğü oral döneme gerileme veya anal evreye takılmakla sonuçlanan davranış bozuklukları gösterir. Ayrıca aşırı düzenlilik ve titizlik eğitimi, çocuğa ayıp ve günah kavramlarının fazlaca aşılanması bağımsızlık duygularının körelmesine, aşırı kuralcılık, inatçılık, cimrilik, düzensizlik, saldırganlık gibi duyguları bir arada yaşamasına neden olabilir. Ayrıca çocukta hemen hemen her şeye karşı çıkma ile obsesyon adı verilen saplantılı düşünceler biçiminde kişilik özelliklerinin gelişmesine yol açabilir. Çocuk ile ebeveynler arasındaki olumlu ilişkilerin sürdürülmesi halinde ise çocukta bağımsızlık duygusunun gelişmesi, düşük kararsızlık düzeyi, yaptığı eylemlerin sorumluluğunu alabilme ve diğer çocuklarla uyumlu hareket edebilme özellikleri gelişmektedir (Erden ve Akman, 2002; Gençtan, 2008).
3-Fallik dönem: Üçüncü psikoseksüel gelişim dönemi olan fallik dönem yaklaşık 3–6 yaşları arasını kapsamaktadır. Libido enerjisi genital bölgede bulunmaktadır (Altıntaş ve Gültekin, 2004). Freud’a göre bu evre, cinsel kimliğin ve bu bağlamda sağlıklı kişilik gelişiminin temellerinin atılması nedeniyle kişilik gelişimi açısından özel bir önem taşımaktadır (Aydın, 1999). Bu dönemde erkek çocuk annesine karşı cinsel yakınlık beslemekte, bunun kabul edilemez bir durum olması nedeniyle de babası tarafından cezalandırılacağı kaygısını yaşamaktadır (Karahan ve Sardoğan, 2004). Erkek çocuklarda, babalarının onların düşüncelerini öğrenip penislerini kesmesinden korkmaları anlamına gelen bir iğdiş edilme (hadımlaştırılma) korkusu gelişir. Eğer erkek çocuk kız kardeşinin cinsel organını görürse, korktuğu şeyin kız kardeşinin başına geldiğini zanneder (Gençtan, 2008). Oedipus kompleksi olarak adlandırılan bu karmaşa ve çatışma, aslında yanlış özdeşimden kaynaklanmaktadır. Erkek çocuk, erkek cinsiyetine özgü davranışları kazanabilmek ve sağlıklı bir cinsel kimlik geliştirebilmek için, babaile özdeşim kurmalıdır. Kız çocuklarda da aynı durum elektra kompleksi olarak adlandırılmaktadır ve kız çocuk da babaya ilgi duyarak anneden korkmaktadır. Yani kız çocuk da anne ile özdeşim kurması gerekirken, baba ile özdeşim kurmaktadır (Karahan ve Sardoğan, 2004). Özetle oedipus ve elektra kompleksinin çözümlenebilmesi için, çocuğun kendi cinsinden ebeveyni ile özdeşim kurması ve onu model alması gerekmektedir. Böylece kendi cinsel anatomik yapısına uygun olan, sağlıklı bir cinsel kimlik kazanabilir. Sağlıklı ve normal bir gelişim için bu çatışmaların çözümlenmesi gerekmektedir. Bu sayede çocuk, toplumsal rollerini ve toplumsal değerleri içselleştirebilecektir. Bu çatışmaları çözemeyen çocukta ileriki yaşlarda anne-babadan kopamama, karşı cinsle ilgili girişimlerde çekingenlik yaşama, karşı cinse aşırı eleştirel tutumlar sergileme ve bazı cinsel problemler yaşama gibi durumlar gözlenebilir (Öztürk, 2004; Karahan ve Sardoğan, 2004).
4-Gizil (Latent) dönem: Altı yaşından ergenliğin ilk yıllarına kadar süren bu dönemde Freud, cinsel dürtülerin üzerinin örtüldüğünü, fallik dönemde yaşanan cinsel duyguların hatırlanmasından kaçınmak için çocukların karşı cinsten arkadaşlarıyla ilişkiden sakındıklarını ve ergenliğin başlangıcına kadar yoğun bir şekilde kendi cinslerinden yaşıtlarıyla arkadaşlık kurduklarını belirtmiştir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2012). Bu evrede öğretmenler, diğer yetişkinler ve akranlarla kurulan iletişim ile kişiliğin toplumsal yönü oluşur. Bu evreyi olumlu yaşantılarla geçiren çocuklar, ergenlik döneminin sorunlarıyla daha kolay baş ederler (Aydın, 1999). Gizil dönemde çocuk enerjisini büyük oranda yüceltme amacı için kullanır. Okumaya, oyuna ve gerekli araç-gereci kullanmayı öğrenmeye ağırlık verir. Düşünce biçiminde dürtüsel ve gerçekçi olmayan tutum kaybolmuş ve bunun yerine gerçeklik ilkesi egemen olmuştur. Bu dönemde öğrenme süreçlerindeki aksaklıklar yaşayan, arkadaş eksiklikleri veya yokluğu bulunan çocuklar tedirgin, içe dönük ve güvensiz bir kişilik yapısı geliştirebilirler. Bu tür çocuklar ayrıca güçlüklerden kaçınma, özgüven ve üretkenlikten yoksunluk gibi davranış sorunları gösterebilirler (Aydın, 1999; Öztürk, 2004). Gizil dönemi daha önceki dönemlerde edinilen özelliklerin pekiştirildiği bir dinlenme ve psikoseksüel gelişimin son dönemi olan genital dönemde yaşanacak önemli süreçler için bir hazırlık süreci olarak kabul etmek mümkündür (İnanç ve Yerlikaya, 2012). Genital dönem: Yaklaşık olarak 12 yaşında başlayan ve bedensel, cinsel, ruhsal olarak belirgin değişiklikler yaşanılan bir dönemdir. Hormonların etkisiyle cinsel dürtülerin gücü artabilir ve bu dönemde eskiden anne-babaya yönelik olarak yaşanmış cinsel yönelişler yeni baştan yaşanabilir. Bu durum oedipal çatışmaların yeniden canlanmasına neden olabilir. Bu yüzden anne ve babadan, kardeşlerden uzaklaşma eğilimleri ortaya çıkar. Bir yandan bağımsız olmaya çalışan ergen, diğer yandan ailesine bağlıdır. Bu dönemin sağlıklı geçirilmesi önceki dönemlerin sağlıklı geçirilip geçirilmediği ile ilişkilidir. Bu dönemdeki birey değişen duygu düşünce ve eylemlerinden dolayı kolay anlaşabilen bir kişi değildir. Kendini zaman zaman yalnız, kimsesiz ve güvensiz hissedebilir. Bazı ruhsal bozukluklar bu dönemde ortaya çıkar. Kimlik bunalımının çözülememesi kişinin toplumda bir yer edinememesine, bu kimlik bunalımını, içinde bulunduğu grubun kimliği ile özdeşleşerek çözmeye çalışması ise asimilasyon yaşamasına ve bireyselliğini kaybetmesine neden olur. Bu dönemin başarıyla atlatan bireyler, doyurucu cinsel ilişkiler kurabilirler, anlamlı sevgi ilişkileri geliştirebilirler, tutarlı bir kimlik edinirler ve yaratıcı ve üretken bir birey olabilirler (Garcia, 1995; Gençtan, 2008). Bu evrede öngörülen çatışmaların aşılması için ailenin desteğinin yanı sıra diğer yetişkinlerin de eğitsel rehberliği oldukça önemlidir. Başarılı bir ergenlik dönemi geçiren bireyler üretken, mutlu, anlamlı sosyal ilişkiler geliştirirken, başarısız olanlar saldırgan, yıkıcı bir kişiliğe sahip olabilirler (Aydın, 1999). Bu yaklaşıma göre birey yukarıda ifade edilen gelişim dönemlerini başarılı biçimde geçirmesi halinde sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olabilir. Burada özellikle çocukluk döneminde geçirilen yaşantılar oldukça önemlidir.
Freud’un kuramı kişiliğin yapısı, gelişimi ve insan davranışlarının altında yatan nedenleri ilk kapsamlı şekilde açıklaması bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca bu kuram sonraki yıllarda ortaya atılacak kuramları (hem takipçilerini hem de karşıtlarını) etkilemesi bakımından büyük etkileri olmuş bir kuramdır (İnanç ve Yerlikaya, 2012).
Commenti